Neyimiz eksik?
Bir otobüs ya da metro durağına doğru yürürken; okul başlama saatlerinde bir okulun bulunduğu bir sokaktan, mesai başlangıcında ya da bitişinde bir devlet kurumu önünden, vardiya...
Temaya göre filtrele
Bir otobüs ya da metro durağına doğru yürürken; okul başlama saatlerinde bir okulun bulunduğu bir sokaktan, mesai başlangıcında ya da bitişinde bir devlet kurumu önünden, vardiya...
tarihinde Selin Erkek
Sanat gündemini son bir yılda oldukça meşgul eden NFTler, kamuoyunca da ilgiyle takip edilmekte. Öyle ya, 2021’in ilk yarısında satış hacmi 2,5 milyar dolara...
tarihinde Sırma Zaimoğlu
Bir otobüs ya da metro durağına doğru yürürken; okul başlama saatlerinde bir okulun bulunduğu bir sokaktan, mesai başlangıcında ya da bitişinde bir devlet kurumu önünden, vardiya değişim zamanlarında bir fabrikanın önünden geçerken, bir işyeri ya da okul yemekhanesinde sıra beklerken insanları gözlemlediniz mi hiç?
Charlie Chaplin’in Modern Times filminin Fabrika Sahnesi’ndeki gibi herkes gözünüze mekanikleşmiş ve aynılaşmış gibi gözüktü mü?
Aynı şeyleri, aynı zamanlarda ve aynı şekilde yapan insanlar kalabalığı karşısında yabancılaştınız mı?
Bu tablo beni ifadeleri, tepkileri, eylemleri aynılaşan insanların duygu ve düşüncelerinin de aynılaştığı sorunsalıyla karşı karşıya bırakıyor.
İnsanlar kendilerinin idrakinde değiller. Düşünmüyorlar, sorgulamıyorlar; varlıklarının farkında değiller. Yokmuş gibi yaşıyorlar.
Kendilerinin farkına varamıyor; beklentilerini, isteklerini, hedeflerini, memnuniyetsizliklerini, sıkıntılarını dile getiremiyorlar. Bir hamsterın çarkının içinde dönmesi gibi ya da Chaplin’in filmindeki fabrika çalışanları gibi otomatize yaşıyorlar.
Bu şekilde yaşamaya şartlandırılmışlar. Bu ülkenin fertleri olarak hayatta kalmayı başarabilmek üzerine programlanmışız çünkü.
***
Çoğu kişi bu durumlarından şikayetçi de değil. Neyi kabul edip neyi kabul edemeyeceklerini tanımlayamıyor, dile getiremiyorlar… Sınırları yok. Kendilerini ifade edebilecekleri bir alanları yok.
Gitgide özlerinden kopuyorlar…
Peki neden böyleyiz?
Kendimize neden uzağız? Neden robotikleştik? Hoşnutsuzluklarımızı ya da beğenilerimizi neden ifade edemez olduk?
***
Sanatsız kaldık çünkü.
Hayat damarlarımızdan biri kopmuş olmasa da gitgide daralıyor.
Sanat bize yanlış öğretildi çünkü…
Sanat bir lükstü, bir keyif aktivitesiydi. Zihinsel etkinliği tetiklemek şöyle dursun; basit, herhangi bir getirisi olmayan bir uğraşıydı sanat. Hatta “Sanat sepet işleri ‘adamı’ bozar”dı.
Bu sosyokültürel yapı ile şekillenmiş dogmatik yaklaşım tek sebep değil elbette. Ancak bu zihniyetle sanat ‘‘öteki’’ olmaktan kurtulamıyor, durmaksızın değersizleştiriliyor.
Bu yaklaşımın gelişmesinin temelinde eğitim sistemi yatıyor esasında.
***
Eğitim programlarında sanat eğitimi hep ikinci üçüncü dördüncü planda. ‘‘Olmasa da olur’’ yani…
Oysa ki sanat eğitimi topluma, çevreye, doğaya karşı duyarlı bireylerin yetişmesini sağlar.
Yaratıcı ruhlu, çevre farkındalığı gelişmiş, belirli bir estetik beğeni düzeyine erişmiş, sorunları kavrama ve harekete geçme bilinci ve cesaretine sahip bireylerin oluşumu, çocukluktan itibaren aile içinde ifade özgürlüğüyle ve örgün sanat eğitimiyle sağlanır.
Belirli bir sanatsal temele sahip nesiller; geliştirdikleri yüksek duyarlılıkla çevreye karşı bir farkındalık edinerek karmaşık bağlantıları, sorunları kavrayabilir, sistemli düşünerek bunları nesnel bir şekilde değerlendirebilir, buradan varacağı sonuçlar doğrultusunda temellendirilmiş çözümler üretebilir.
Ancak ne yazık ki temel eğitim programlarında sanat derslerine sanat eğitiminin diğer bilimlere olan katkısı göz ardı edilerek ya yer verilmez ya da sanat dersleri programlarda sadece sembolik olarak gösterilir.
Kimi eğitim programları ise sanatı bir “süs” olarak görüp onu amacından uzaklaştırarak reklam malzemesi haline getirir.
***
Tüm bu sanatı ve sanat eğitimini alçaltan yaklaşım ve yakıştırmalardan öte bir gerçek var ki o da aslında hepimizin küçüklüğümüzde içgüdüsel olarak sanatla iç içe olduğu.
Hepimiz yaklaşık 10-12 yaşlarına kadar doğal sanatçılardık. Ürettiğimiz şeyleri sezgilerimizle yapar, bunları açıklayamazdık.
“Bulutları neden sarı boyadın? Bulutlar sarı boyanmaz.”
“Neden ayakkabının üzerine çorap giydin? Çoraplar ayakkabının içine giyilir.”
İçimizden öyle gelirdi… Ya da canımız öyle isterdi ve öyle yapardık… Tüm bu kalıba sokmalar bizi engelleyemezdi pek.
Yaptıklarımıza kendimizi katardık. Algılarımızı, anlayışımızı, kendi tarzımızı katardık. Ürettiklerimizle konuşurduk, iletişim kurardık.
Ancak ne var ki okul öncesi dönemde kendini ifadedeki bu özgürlük ve özgünlük, ilkokul çağında yerini yaratıcılıktan uzak, birbirine benzeyen çizimlere, tekdüze yazılara ve konuşma tarzlarına bırakıyor.
Bulutları sarı çizmenin doğru olmadığını, ayakkabının üzerine çorap giymenin parlak bir fikir olmadığını öğreniyoruz. Düşünmemiz, fikir üretmemiz gerekmiyor. Zaten neyin nasıl yapılacağı belli ve o şekilde yapmamız bekleniyor.
Çevremize eleştirel bir gözle bakmamız, sorunları algılayıp bunları tartışmamız ve çözüm üretmemiz istenmiyor. Halbuki toplumsal ilerleme, bilim ve teknolojinin sanat ve düşünceyle bütünleşmesiyle mümkün olur.
Ama biz sanata yabancılaştırılıyoruz… Özümüze yabancılaştırılıyoruz…
Özünden yoksun biri üretebilir mi, ilerleyebilir mi?
***
Sanat; bir duygunun, bir düşüncenin, bir estetik algının dışavurumu olmasıyla özün bir ifadesidir.
Sanatın diline aşina, algıları açık, gözlemleyen ve bu gözlemlerden ileri gelen kişisel edinimlerini, deneyimlerini dışa aktarmaya ve uygulamalarına dahil etmeye hazır olan bireylerin her biri birer uygarlık emsalidir diyebiliriz.
Bu doğrultuda; bir insan yığınının bir “topluluk” olmaktan çıkıp birbiriyle etkileşim içinde değişen ve gelişen bir toplum olması da uygar bireylerin yetiştirilmesiyle mümkün olabilir.
***
Neyimiz eksik?
Sanatımız eksik. Özümüz eksik.
Sanatı bizden almayın; yoksa geriye aynı yönde aynı tempoda aynı şekilde yürüyen insanlar kalır.
Sanat gündemini son bir yılda oldukça meşgul eden NFTler, kamuoyunca da ilgiyle takip edilmekte. Öyle ya, 2021’in ilk yarısında satış hacmi 2,5 milyar dolara...